Son Dakika Haberler

Necmi Uyanık

Necmi Uyanık

​Bilginin iktidarı - 1

30 Mart 2015

Açılan her kütüphane, bir hapishane kapatır!

Osmanlı Devletinde vakıf kurumları içerisinde gördüğümüz kütüphaneler, yaklaşık 1000 yıllık Türk-İslam medeniyetinin eğitim, bilim ve kültür hayatının önemli meşaleleri olarak Anadolu topraklarında varlığını sürdüregelmişlerdir.  Yüzyıllarca, insanlık için en değerli hazine olan kütüphaneler vasıtasıyla bilgi, nesilden nesile aktarılmıştır. Üst düzey yöneticiler ve din adamları ağırlıklı olmak üzere, tarihi süreçte bazı şahsiyetler kütüphane kurumlarının yaşamasına vesile olmuşlardır.

Osmanlı’da bilgi türleri,  daha çok ferman, berat, ahidnâme, şeriye sicilleri vs. şeklinde devlet evraklarıyla birlikte kitap, tercüme, risaleler, şerh, haşiye, minyatür, gazete ve dergi gibi süreli yayınlarla dönemin değişik vasıtaları ekseninde günümüze kadar değişerek gelmiştir.  Sosyal bir kurum olan kütüphanelerin, Türk-İslâm medeniyeti açısından vakıf ve medrese eğitim sistemi içinde şekillenmeye başladığı görülmektedir. Nizamü’l- Mülk, tarafından kurulan Nizamiye Medreseleri, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı üzerinden kütüphane kültürünün canlı şekilde yaşamasını sağlamıştır. Bu süreçte Osmanlı açısından İznik, Bursa, Edirne ve İstanbul öncelikli olarak dikkat çeken merkezler olmuştur.

İslam medeniyetinde, kütüphaneler zamanla, “yabancı ilimlere yer veren kurumlar” olarak şekillenme göstermiştir. Akli bilimlere yer vermeyen medrese öncesi kurumlar, içinde ders halkaları bulunan camiler ve mescitlerdir. Akli bilimlere yer veren kurumlar ise; kütüphaneler ve hastaneler olmuştur. İslâm medeniyetinde, beyt, hizâne ve dâr gibi mekânı ifade eden kelimelerin yanı sıra, hikme(t), ilim ve kütüb gibi içeriği ifade eden kavramlar ve yine bu kelimelerden türeyen ve kütüphaneyi ifade eden terimler ise; beytü’l-hikme, hizânetü’l-hikme, dârü’l-hikme, dârü’l-ilim, dârü’l-kütüb, hizânetü’l-kütüb, beytü’l-kütüb, beytü’l-ilim ve elhizânetü’l-ilmiyye şeklinde sıralanmıştır. Büyük Selçuklulardan itibaren ortaya çıkan bu kurumlar, genellikle büyük şehirlerde cami, mescid, ribat, hankâh ve medrese gibi eğitim ibadet kurumlarında ve evler içerisinde yer almışlardır. Bu kütüphaneleri kuranlar, ilk dönemlerde kitaplarını, kullanmak isteyenlere vakfetmişler ve okuyucular için her hangi bir sınırlama getirmemişlerdir.  Hatta kalacak yeri, yeterli parası olmayanlara da, konaklama, yiyecek-içecek ve para yardımlarında bulunulduğu görülmüştür. Bununla birlikte kütüphaneler, medreselerde eğitim veren müderrisler ve öğrenim gören talebeler için (talebe-i ulûm) gereksinim duydukları kitapları tedarik etmişlerdir. Kıraat ve istinsah gibi kitaplarla ilgili faaliyetlerin de yürütüldüğü kütüphanelerde ayrıca, müzakere ve münazara amaçlı toplantılar da yapılmıştır.

Medeniyet mührünün önemli bir parçası olan Türk kimliğinin bilgi olarak kültürel anlamda yaşatılmasında bu ilim ve irfan yuvalarının rolü büyük olmuştur.

Özer Soysal, Türk Kütüphaneciliği adlı eserinde, Osmanlı Devletinde kuruluşundan yıkılışına kadar geçen süre içerisinde kurum ve yerleşim özelliklerine göre kütüphanelerin beş başlık altında ele almıştır:

 

1. Padişahların şehzadelik ve hükümdarlık devirlerinde, bulundukları saraylarda kurdukları özel kütüphaneler,

2. Evler, konaklar, odalar gibi yerlerde kişisel amaçla kurulmuş kütüphaneler,

3. Cami, medrese, mektep ve dersane gibi çeşitli eğitim-öğretim kurumları içerisinde ya da bu kurumların yakın çevrelerinde kurulmuş kütüphaneler,

4. Tekke, zaviye, türbe, hankâh, ribat, mescit, dergâh ve mevlevihane gibi eğitim-ibadet kurumları içerisinde ya da çevresinde kurulan kütüphaneler,

5. Kendine özgü, bağımsız (müstakil) binaya sahip kütüphaneler.

 

 

Osman Gazi’den (VI.) Mehmet Vahidettin’e kadar Osmanlı padişahlarının birçoğu saraylarında kitap toplamaya özen göstermiş ve özel kütüphane oluşturmuşlardır. XVIII-XIX. yüzyıllarda, yaşanan çağdaşlaşma/batılılaşma hareketleri ekseninde, çeşitli cemiyetler marifetiyle kütüphane kurumunun çeşitlenmeye başladığı görülmüştür. Fatih Sultan Mehmet, XV. yüzyılda Manisa (Şehzadeler Sarayı), Edirne (Cihannüma Kasrı) ve İstanbul’da (Eski Saray ve Topkapı Sarayı) özel kütüphanelerini şekillendirirken, Fatih’in kütüphanecisinin, meşhur şair, filozof ve matematikçi, Sinan Paşa’nın tabiriyle, “İlme vakıftır. Elif gibi doğrudur. Kabiliyetlidir. Kütüphanenizi ona bırakınız” dediği Molla Lütfi olduğu görülmüştür. Fatih Cami ve Külliyesiyle birlikte bu dönem kütüphanelerinin, İslâm devletinin başkenti olan İstanbul vizyonu bağlamında âdeta bir akademi gibi çalıştığı konusunun altını çizmek gerekir.  XVI. yüzyılın başlarında İkinci Beyazit, Fatih’den devraldığı kitapları, kendi adıyla kurmuş olduğu kütüphanesinde sayısal olarak üst noktaya taşımıştır. Yavuz Sultan Selim’le birlikte devletin doğu ve güneye yönelmesi ile (Mısır, Kahire, İskenderiye, Şam, Halep) Türk kütüphane hazinesinin bu bölge kültürlerine ait eserleri bünyesine aldığı görülmüştür. Kanuni Sultan Süleyman döneminde devlet; askeri, siyasi, adli, bilimsel ve kültürel yönlerden de en parlak dönemi yaşadığı için kütüphane kurumu nicelik olarak önemli bir konuma gelmiştir.

İkinci Selimle birlikte, kütüphane mimarisi çeşitlenmeye başlamıştır. Bu dönemde, diğer eğitim-öğretim ve ibadet kurumları içerisinde kurulan kütüphanelerden farklı olarak Osmanlı Devletinde kurulan ilk rasathane kütüphanesi olarak adlandırabileceğimiz, ünlü gök bilimci Takiyyûddin Mehmet’in İstanbul’da kurmuş olduğu ve “Dârü’r-rasadü’l cedid” adıyla bilinen rasathane kütüphanesi dikkat çekmiştir. XVII. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devletinin zayıflamaya başlaması, hayır kurumlarının etkinliğini azaltmış ve bu süreçten kütüphane de fonksiyonel olarak etkilenmiştir. Necdet Sakaoğlu’nun verdiği bilgilere göre (Bu Mülkün Sultanları), Üçüncü Murat döneminde İran Şah’ı I. Abbas’ın göndermiş olduğu hediyeler arasında, özenle yazılmış ve ciltlenmiş Kur’an-ı Kerimlerin yanı sıra Şahname, Hamse-i Nizamî, Külliyât-ı Hâkânî, Yusuf ü Züleyhâ, Hafız Dîvânı, Mahzenü’l-esrâr, Rubaiyyat-i Hayyam ve Cemşid ü Hûrşid gibi İran klasiklerinin bulunduğu görülmektedir. Dolayısıyla Osmanlı kütüphaneciliği, devletin marifetiyle gelişme gösterirken komşuluk ilişkileri bağlamında farklı devletlerden hediye yoluyla kütüphanelerin zenginleştiği konusu da göze çarpmaktadır.

         Üçüncü Ahmet döneminde, Topkapı Sarayı bünyesinde kurulan (1719) Enderun Kütüphanesi, görkemiyle dikkat çekerken, 1740’da I. Mahmut, ilk halk kütüphanesi özelliği taşıyan Ayasofya kütüphanesini tesis etmiştir. Birinci Abdülhamit’in 1780’de Hamidiye Kütüphanesi adıyla şekillendirdiği kurum, yabancıların en çok faydalandıkları ve adından sıkça bahsettikleri bir yer olmuştur. XVII. yüzyılın ikinci yarısında kurulan Köprülü Kütüphanesi ve külliyelerle birlikte Osmanlı’daki kütüphane kültürü değişmeye başlamıştır.

         Avrupa’da ilmi anlamda ortaya çıkmaya başlayan yeni kültürü, yeni gelişmeleri ve bunun eğitim-öğretim hayatına aktarılmasını Osmanlı ancak, savaşlarla birlikte XVII-XVIII. yüzyıllarda idrak etmeye başlamıştır. Bu anlamda Osmanlı, eski ile yeni kültürün çatışmasını/ikiliğini yaşamaya başlarken, ulema/aydınlar, akli ve nakli ilimleri anlamaya, mukayese etme çabasına girmiştir. Ve 1839 Tanzimat hareketinden sonra Türkiye’de yeni kütüphane modelleri renk vermeye başlamıştır. Hakan Anameriç’in (Osmanlılarda Kütüphane Kültürü ve Yaşama Etkisi) makalesinde de ifade edildiği üzere, 1894-95 yıllarında İstanbul’da 47, ülke genelinde 276 kütüphane mevcuttur. Bunların % 14’ü İstanbul’da % 8’i Balkan vilayetlerinde, % 53’ü Anadolu vilayetlerinde, % 2’si ada vilayetlerinde ve % 23’ü de Ortadoğu ve Arap vilayetlerinde bulunmaktadır. Burada dikkat çeken husus, daha önce Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Beylikler ve İlhanlıların yönetiminde kalan ve diğerlerine göre daha eski geçmişe sahip örneğin Kastamonu, Konya, Sivas, Bursa, Musul, Halep ve İzmir vilayetlerinde, diğer vilayetlere göre kütüphane ve kitap sayılarının fazla olması konusudur.

         Kütüphanelerin bilimsel yaşama etkisi meselesinde, aralarında Konya’daki Yusuf Ağa Kütüphanesinin de olduğu vakfiyeler, bize önemli bilgiler vermektedir. Bunlarla birlikte önümüzdeki yazımızda, Encümen-i Daniş (1851), Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniye (1862) ve Münif Paşa’dan hareketle Türk kütüphaneciliği üzerine tespit ve değerlendirmelerimiz devam edecektir. Değerli okuyucularım Kütüphaneler haftanızı kutlarken; selam, muhabbet ve saygılarımı sunarım!

 

                                                                                                necmiuyanik@hotmail.com

 

.

Yorumlar

Önemli Not: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir. Yazılan yorumlardan konhaber.com hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
X
Yorum Yazma Sözleşmesi
“Sayfamızın takipçileri suç teşkil edecek, yasal olarak takip gerektirecek,hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, ahlaka aykırı, müstehcen, toplumca genel olarak kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir yorumu bu web sitesinin hiçbir sayfasında paylaşamazlar. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk yorumu gönderen takipçiye aittir. KONHABER yapılan yorumlar arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Konhaber başta yukarıda sayılan hususlar olmaz üzere kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen yorum yapan takipçilerine ait ip bilgilerini ve yapmış olduğu yorumları paylaşabileceğini beyan eder ”
Türkçe العربية English