Son Dakika Haberler

Necmi Uyanık

Necmi Uyanık

​Dram ile Ütopya Arasında: Aliya-3

27 Saturday 2014

“Şer içten, insan ruhunun karanlık derinliklerinden mi, yoksa insan hayatının objektif şartlarından mı ileri geliyor?” Bu soru üzerine kafa yoran Aliya, bu hususu insanları iki büyük bloka, inananlarla materyalistler şeklinde ayırarak değerlendiriyor. İnananların görüşüne göre, kötü ve iyi tamamen insanın içindedir. Bu noktada, dram ve ütopya, bir birine zıt iki fenomen olarak önümüze gelmektedir. Dram insanın ruhunda cereyan ederken, ütopya ise, insan toplumu ile ilgilidir. Dram, kainatta mümkün olan varoluşun en yüksek şekli; ütopya ise, dünyada cennet rüyası veya hayalidir. Dramda ütopya yoktur, ütopyada da dram yoktur. İnsan ile dünya, şahsiyetle toplum arasındaki zıddiyette burada yatmaktadır. Ve Ütopyanın mekanizması, gayri insanî olmakla birlikte, mükemmeldir. Dramın özünü hürriyet, ütopyanın özünü ise buna zıt iki gerçek, yani düzen ve yeknesaklık teşkil etmektedir. Tıpkı, 16. yüzyılda gördüğümüz Thomas More’un Ütopya’sı gibi.

Aliya’nın tartıştığı bu nokta, son yıllarda Türkiye’de yaşanan tablo ile de yakından ilişkilidir. Kötülük ya da iyilik konusu, Türk siyasi tarihinde, din devlet ilişkileri açısından daha manidar bir tabloyu önümüze getirmektedir. Birkaç yıl içerisinde, Türkiye’de belli bir grubun ya da önderlerinin, din adına, seçilmiş siyasi otoriteye karşı giriştiği mücadele, durdukları yerin sorgulanmasını icap ettirmektedir. Ve tabi ki yanlış yapan herkes sorgulanmalıdır. Bu insanlar, özellikle eğitim kurumları üzerinden ve insanların kutsal alanı olan “Allah rızası” üzerinden maalesef kul rızasına, ahlaki olmayacak bir mahiyette, uluslararası güçlerle bağlantılı, milli iradeyi hesaba katmayan, siyasi otoriteye uzanacak olan, görünen ama “görünmeyen el” mantığına hizmet eden bir sistemi devreye sokmuşlardır.  O zaman, doğal olarak dini alanda “imiş” gibi görüntü vererek özellikle siyasi otorite ile pazarlık içinde olan, onu kullanmaya çalışan bu tür kurumlara şüphe ile bakmak, yaklaşımını sürekli hafızalarda sıcak tutmak gerekiyor. Elbette tersten baktığımızda, siyasi otoritenin işi kim olursa olsun bunları yönetmektir. Bu denklem içinde, şer ve iyilik duruşunu her türlü yapının ya da insanın ortaya koyabileceği görüşünün kabul edilmesi gerekiyor. Dahası şunu söylemek gerekiyor, belirli yapılar tarafından - belirli kısmı samimi olan- eğitimli insanlar da kullanılabilir?

İnsan çevresinin ürünü müdür? Kültürle uygarlık arasında, ideal toplum ya da dramın yeri neresidir?

Aliya’ya göre, ‘Tüm kültür, dinin insan üzerindeki veya insanın kendi üzerindeki tesirinden ibarettir; bütün uygarlık, zekânın tabiât ve dış dünya üzerindeki tesiri demektir. Kültür, “insan olmak hüneri”, uygarlık ise, işlemek, üretmek, yönetmek, şeyleri daha mükemmel yapmak maharetidir. Kültür, “durmadan kendi kendini yaratmak”, uygarlık ise, dünyayı durmadan değiştirmektir. Burada insan nesne, hümanizm-şozizm (choizm-şey) zıddiyeti söz konusudur.

Dini inançlar, dram, şiir, oyunlar, folklor, halk bilgeliği, mitoloji, toplumun ahlâkî ve estetik kanunları, şahsiyetin değer ve hürriyetini teyit eden siyasi ve hukukî hayatın unsurları, hoşgörü, felsefe, tiyatro, galeriler, müzeler, kütüphaneler-ilk sahnesi “semada” Allah ile insan arasında geçen insan kültürünün aralıksız devam eden türevleridir. Bu “zirvesi gittikçe uzaklaşan mukaddes dağa tırmanmak; karanlık içinde, insanın taşıdığı ve alev alev yanan meşalenin ışığında yürümektir’. (Doğu Batı Arasında İslam, s. 85.)

Aliya, yukarıdaki tespitleriyle birlikte -haklı olarak- uygarlığı manevi değil, teknik gelişmelerin devamı olarak görmektedir. İyi ya da kötü olması ise insanın bakış açısına göre değişecektir. İnsanın, nefes almaya olan zorunluluğu gibi, uygarlık yaratmaya mecbur oluşu da bir mecburiyettir. Onun dikkat çektiği diğer gerçeklik ise, bugün de daha açık şekilde görüldüğü üzere, “insanın maddeye bağımlılığının” uygarlık açısından durmadan artması konusudur. Amerika’da kişi başına düşen malzeme miktarı 18 tondur. Durmadan yeni yeni ihtiyaçlar yaratmak ve hatta lüzumsuz, fuzûlî şeylere gereksinimi arttırmak suretiyle uygarlık, insan ile tabiat arasında madde alış-verişini yoğunlaştırmaya, zahiri yaşayışı dahilî olanın zararına teşvik etmeye çalışmaktadır. Buna göre, “Elde etmek için üretmek, israf etmek için elde etmek” prensibi uygarlığın karakterinde bulunmaktadır.  Buna karşılık her kültür, insani ihtiyaçların sayısını veya hiç olmazsa onların tatmin derecesini indirmek ve bu suretle insanın iç hürriyetini arttırmak ister. Dini mahiyet ise, tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Her kültürün tanıdığı “kirlilik adağında”, -keşişlerin veya hippilerin- mantık dışı bir şekil alan zühdün ve çeşitli feragatlerin asıl mânâsı, Bilge Krala göre burada yatmaktadır. Budizm’in ana prensiplerinden olan “arzuları yok edin” isteği karşısında uygarlık, sanki ters bir mantığın icabı imiş gibi- buna zıt bir parola ortaya atmaya mecbur kalmıştır: “Durmadan yeni yeni arzularımız olsun!” Elbette bu zıt isteklerin hakiki manası, bu ilişkinin tesadüfi olmadığının kavranmasında saklıdır. Burada kültür ile uygarlığın zıddiyeti de dikkat çekecektir.

“Kültürün hamili insandır; uygarlığın hamile ise toplumdur. Kültürün gayesi, terbiye sayesinde kendi kendine hâkim olmak; uygarlığın gayesi ise, ilim sayesinde tabiata hâkim olmaktır. İnsan, felsefe, sanat, şiir, ahlâk, inanç kültüre aittir. Devlet, ilim, şehirler, teknik, uygarlığın hususiyetleridir. Kullandığı cihazlar düşünce, konuşma, yazıdır.

Kültürle uygarlık arasındaki münasebet, uhrevî ile dünyevi saadet, Tanrı devleti ile Güneş Devleti, arasındaki münasebet gibidir. Birisi dram, öteki ise ütopya…”

Aliya’ya göre, uygarlık eğitmekte, kültür aydınlatmaktadır. Biri öğrenmeyi, diğeri meditasyonu, düşünmeyi istemektedir. Tefekkür, meditasyon, insanın, kendi kendini ve dünyadaki yerini tanımak üzere sarfettiği iç çaba; öğrenmek, tahsil etmek ise, gerçekler ve gerçekler arasındaki münasebetler hakkında bilgi toplamaktan ibaret apayrı bir faaliyettir. Meditasyon hikmete, uysallığa, huzura, bir nevi Yunanî “katharsis”e götürmektedir. Sırlara dönüklük, her hangi bir dinî, ahlâkî veya sanatla ilgili gerçeği idrak etmek maksadıyla kendi içine dalmak demektir. Bu, buna karşı öğrenme, tabiata dönüklük demektir.  Gayesi varoluşun şartlarını öğrenmek ve değiştirmektir. “İlim, müşahede, tahlil teşrif, tecrübe, tetkik, tatbik eder; tefekkürün manası ise sırf marifettir. Fikren müşahede, istek ve arzudan arınmıştır(Schopenhauer), yani fonksiyonsuz ve menfaatsizdir. İlim ise, hiçbir zaman böyle değildir. Tefekkür düşünürlerin, şairlerin, sanâtkârların, ermişlerin tutumudur, ilim adamlarının değil… İlim adamları da tefekkür anlarını tanır, ancak ilim adamı sıfatıyla değil, insan olarak, sanatkâr olarak -çünkü her insan bir dereceye kadar sanatkârdır-. Tefekkür, kişiye kendi üzerinde hâkimiyet imkânını verir; ilim de tabiat üzerinde. Eğitimimiz sadece uygarlığımızı inkişaf ettirir ve tek başına kültürümüze hiçbir katkısı yoktur.

20. asırda nasıl çok öğrenilmiş, ilim dallarında gelişme olmuşsa, bir zamanlar tefekkür de çokça yapılmıştır. Aliya, bir gece boyunca düşünen Sokrat örneğini verdikten sonra, farkındalık açısından bazı bilgelerin kendilerine sorulan soruları da fark edemedikleri örneğini verir. Yine Avrupa uygarlığının öncüsü olan Galile, hayatı boyunca cisimlerin düşmesi ile uğraşmış, Tolstoy, insan ve onun kaderini düşünmüş, Buddha, Sokrates, Seneka, Gazalî, Rumî, Firdevsi, Shakespeare, Dostoyevski, Hugo da öylece derin derin düşünmek ve âlemlerini içten temaşa etmek ve tanımak mecburiyetini duymuşlardır. Buna göre tefekkür etmek ve öğrenmek iki ayrı faaliyettir. Bunlardan birincisi, örnek olarak Beethoven’i Dokuzuncu Senfoni’yi yazmağa, öteki ise Newton’un yer çekimi kanunu keşfetmeye sevk etmiştir. Tefekkürle eğitim arasındaki zıddiyetle, insan ile dünya, ruh ile zihin veya kültür ile uygarlık arasındaki zıddiyet bir daha tekrarlanmaktadır.

Meditasyonu, zekânın bir fonksiyonu olarak görmeyen Aliya, meditasyonun dini bir faaliyet olduğu konusunun altını çizmektedir. Buna göre, bir ilim adamı bir köprü projesini kafasından geçirmektedir. Bunu meditasyon yapmadan, araştırarak, gözden geçirerek, karşılaştırarak icra etmektedir. Meditasyon yapan kişi ise, inzivaya çekilmiştir. O şair, filozof, sanatkârdır. Büyük bir hakikati kavramak, büyük bir sırrı çözmekle meşguldür. Bu hakikat ise, her şey ve hiçbir şey demektir. Bir tek ruh için her şey, ondan başka bütün dünya için her şey! Aristo için akıl ile dini düşünce arasındaki fark, insanî ve ilâhi arasındaki farktır. Budizm’de dinî ayin tefekkürden ibarettir. Hristiyanlıkta ise, kontamplatif-düşünsel tarikatlar vardır. Spinoza bundan, ahlâkın en yüksek şekli ve aynı zamanda en yüce gayesi olarak bahsetmektedir.

Aliya’ya göre eğitim kendi başına, insanları terbiye etmemekte, onları daha serbest, daha iyi, daha insanî kılmamakta, ancak daha kabiliyetli daha verimli, topluma daha faydalı hâle getirmektedir. Tarihte görüldüğü üzere, tahsilli insanlar ve milletler, kötüye alet olarak kullanabilmekte ve bu işlerde geri kalmış olanlardan daha müessir olmaktadırlar. Emperyalizmin tarihi, medeni milletlerin, hürriyetlerini müdafaa eden geri kalmış milletlere karşı haksız ezme ve imha harpleri ile ilgili bilgilerle doludur. İstilacıların uygar olması gaye ve metotları bakımından herhangi bir şekilde müspet bir tesir icra etmemiştir. Sadece onların müessiriyetini arttırmış ve kurbanlarının yenilgisini hızlandırmıştır.

Buraya kadar Aliya’nın ortaya koyduğu fikir yelpazesine bakıldığı zaman, Avrupa’nın göbeğindeki gelişmeler bir yana, yakın dönem Türk siyasi ve sosyal tarihi göstermiştir ki, iyi gibi görünenler kötü olabilmekte, kötü gibi görünenler zamanla iyi olabilmektedirler. Neye göre, kime göre, nasıl, kim için vs. bir sürü soru yumağının ayrıca anlamı olmakla berber çıkar, adı pek telaffuz edilmeyen bir gerçek olsa da, şu açık şekilde bilinmelidir ki, hiçbir grup, hiçbir şahsiyet, siyasi alana uzanan hiçbir cemaat, bu milletin ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin üzerinde değildir. Ve millet tarafından seçilmiş siyasi otoritelere karşı saygıyı öğrenmelidirler! Adalet, mülkün temelidir!
                                                                                    Saygı, sevgi ve muhabbetlerimle!
                                                                                            necmiuyanik@hotmail.com
 

.

Yorumlar

Önemli Not: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir. Yazılan yorumlardan konhaber.com hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
  • emir

    Eywallah hocam faydalandık ama pes doğrusu diyemeden duramam bir bilgi verirken bile objektif olamıyorsanız demekki burada bi sorun vardır . Aliya izzet i getirip t.c deki siyasi entrikalara alet etmek çok ama çok saçma .pess doğrusu diyorum. . O kadar.

    • Cevapla
    • Begen (0)
    • Begenme (0)
X
Yorum Yazma Sözleşmesi
“Sayfamızın takipçileri suç teşkil edecek, yasal olarak takip gerektirecek,hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, ahlaka aykırı, müstehcen, toplumca genel olarak kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir yorumu bu web sitesinin hiçbir sayfasında paylaşamazlar. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk yorumu gönderen takipçiye aittir. KONHABER yapılan yorumlar arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Konhaber başta yukarıda sayılan hususlar olmaz üzere kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen yorum yapan takipçilerine ait ip bilgilerini ve yapmış olduğu yorumları paylaşabileceğini beyan eder ”
Türkçe العربية English