Ali Emîrî’nin ömrü boyunca büyük gayretler göstererek, çoğu nadir ve tek nüsha olan 16 bin cilt esere sahip olduğunu ve bunları kendi kurduğu Milet Kütüphanesine bağışlayarak ilim ve kültür insanlarının hizmetine sunduğunu anlatan Gürlek konuşmasında şunları söyledi:
“Büyük insan, büyük kitap aşığı, kitabiyyat bilgini Ali Emîrî Efendiyi en iyi, şiirin diliyle anlatan Yahya Kemal’dir. “Muhtâc isen füyûzuna eslâf pendinin, Diz çök önünde şimdi Emîrî Efendi'nin…” diyor.
KİTAPLARINI VAKFEDEREK EN GÜZEL HAYRI İŞLEDİ
Ardında hayırlı eserler, çok kıymetli bir kütüphane bırakan bahtiyar insan Ali Emîrî “Bu kitapları okuyarak İbni Sina’lar, İmam-ı Gazali’ler, Mevlana’lar gibi büyük insanlar yetişsin, gençler onlardan istifade etsin. Bütün ömrümü vererek, bin bir meşakkate katlanmak suretiyle cem ettiğim bu kıymetli eserleri milletime vakfediyorum.” deyip en güzel hayrı işlemiş, inşallah amel defteri kapanmayan güzel insanlar arasına girmiştir.
EMÎRÎ İKİNCİ ÖMRÜNÜ YAŞAYAN İNSANDIR
Bendeniz Emîrî gibi insanlara “ikinci ömrünü yaşayan insanlar’ diyorum. Malum; bizim tabii bir ömrümüz var, 60,70 veya 80-90 gibi; bu kısadır ama ikinci ömür uzundur. Ali Emîrî’nin kütüphanesinden insanlar istifade ettiği sürece, amel defterine sevap yazılmaya devam ediyor. İşte Mimar Sinan Süleymaniye’yi yapmış ve 500 senedir amel defterine sevap yazılıyor, ne büyük bahtiyarlık. Emîrî’de böyle bir kimsedir.
KOLEKSİYONER DEĞİL, KİTAP AŞIĞIDIR
Ali Emîrî için koleksiyoner diyemeyiz, o kitaba âşık bir insandır. Kitabı okuyan, seven, okşayan, kitap yolunda her meşakkate katlanan bir insan olduğu için Ali Emîrî’nin bu aşkı kelimelerle tarif edilmez. O nevi şahsına münhasır bir insandır.
Eskilerin, kitaba muhabbeti olan kimselere bir takım sıfatlar izafe etmişlerdir. İşte kitap delisi demişlerdir, kitap aşığı demişlerdir. “O var ya o Ali Emîrî… mecanin-i kütüpten bir zatı şeriftir” demişler. Yani kitap delisi demişler. Böyle delilere can kurban. Zaten delilikle velilik arasında ince bir zar, ince bir perde vardır. Birinden diğerine çok kolay geçilir. Ali Emîrî hakikaten mecanini kütüpten idi. Nasıl kitap topladığına dair bilgilerimiz genişledikçe onun deliliğine hayran oluyoruz. Delilik böyle işlerde makbuldür. Kişi işinin delisi olmazsa o işte muvaffak olamaz. Ali Emîrî gibi insanların kısacık ömrülerine bu kadar kitabı sığdırmış olmaları bir lutfi ilahidir, çalışkanlıktır, gayrettir. En önemlisi de işini sevmektir.
ÜŞENMEDEN YÜZLERCE KİTABI ELİ İLE YAZDI
Maddi imkânı sınırlı olduğu için bazı kitapları satın alamasa da bizzat kendisi istinsah etmiş; yani kitabı baştan sonra kendi güzel el yazısıyla baştan sona üşenmeden yazmıştır. Bunu yapanlara da eskiden müstensih deniyordu. İstinsah ettiği 700 kadar kıymetli kitabı da millet kütüphanesine kazandırmış olmanın başarısını ve zevkini manen yaşayan bir insandır.
İŞGALCİ FRANSIZ KOMUTANI KOVMAKTAN BETER ETTİ
Ali Emîrî’nin kütüphanesi bazı iştahları da kabartmıştır. 1920’li yıllarda İstanbul’un İngiliz ve Fransızlar tarafından işgali sırasında, Fransız işgal komutanı bir gün kütüphaneye geliyor ve Ali Emîrî Efendiye ahlaksız bir teklifte bulunuyor. ‘ Kütüphaneyi Paris’e taşıyalım, sana orada her türlü imkânı sağlayalım. İstediğin kadar maaş verelim, hatta emrine Bolu’dan aşçılar dahi getirelim’ diye cazip bir teklif yapıyor. Buna karşılık Ali Emîrî “Ekselans! Biz Türkler, misafirperver bir milletiz. Şu anda benim kütüphanemde misafir olmasaydın seni elimdeki şu bastonla bir güzel döver ondan sonra da kovardım” diyor. İşgal komutanına karşı bu cesareti göstermek de kolay değil.
ALİ EMÎRÎ İHMAL EDİLDİ
Esefle etmek gerekirse, böyle bir deha hakkında şimdiye kadar çok güzel araştırmalar yapılmalıydı. Yapılmadı, ihmal edildi. Ali Emîrî Efendi Paris’te Londra’da, Amerika’da dünyaya gelseydi kanaatimce hakkında yüzlerce eser yazılır, hayatı filme alınırdı.
DÎVÂNÜ LUGĀTİ’T-TÜRK EN BÜYÜK HEDİYESİDİR
Ali Emîrî bu kütüphaneyi kurmasaydı, başka bir hizmeti olmasaydı, Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânü Lügâti’t Türk adlı şaheserini sahafta keşfedip kültür dünyamıza kazandırması başarı olarak, zevk olarak, zafer olarak ona yeter de artar. Bin yıllık, adı var kendisi yok diye tarif edeceğimiz bu eseri sahaflar çarşısındaki keşifleri sırasında bulmuş olması takdire şayandır. Sahaf’a 30 altın karşılığında satılmak üzere yaşlı bir kadın tarafından bırakıldığını öğrenince ‘Tamam o halde’ diyor ama o kadar parası da yok. Aziz dostu, İstanbul Darülfünun edebiyat hocalarından Faik Reşat Bey oradan geçiyormuş, ondan borç alıyor. Kitabı alınca da arkasına bakmadan Çemberlitaş’taki Diyarbakır kıraathanesine gidiyor. Ziya Gökalp ve diğerleri ile sevincini paylaşıyor. Sonra Talat Paşa’nın haberi oluyor. Buluşup kitabın basılmasında anlaşıyorlar. Emîrî ‘Kilisli muallim Rıfat Bilge tashihini yapacak’ diye şart koşuyor. Onun da bu kitapta büyük emeği vardır. Dîvânü Lügati’t Türk gibi büyük hazine Türk tefekkür dünyasına, Türk kütüphanecilik dünyasına böylece kazandırılmış oluyor.
KİTAP İNSANLIK TARİHİYLE BAŞLAMIŞTIR
Kitaplar insanları güzelleştirir. Çünkü kitabın tarihi ilk insan ve ilk peygamber Hazreti Âdem ile başlıyor. Medeniyetimizin kitap medeniyeti olduğunu Unutmayalım. Kitap ilk insanla başlamıştır. Hazreti Âdem’e suhuf yani sayfalar indirilmiştir. Ulul Azim Peygamberlere 30, 40, 50 sayfa suhuflar indirilmiştir. Demek ki İslam Tarihi kitap tarihidir. Kütüphaneler de bu medeniyetin canlı göstergeleridir.
GENÇLER EMÎRÎ’Yİ ÖRNEK ALSIN
Gençler Ali Emîrî’nin çalışkanlığını, merakını, gayretini ve kitap sevgisi örnek almalıdır. Ali Emîrî Efendi mübarek bir insandır. Kitaplar onu güzelleştirmiştir. Gençlerimiz bu güzel insanı tanısınlar. BNu vesşleyle ona medyunu şükran olduğumuzu belirtiyor, Allah’tan makam ve mekanının âli ve cennet olmasını niyaz ediyoruz. Onlar güzel insanlar kafilesine katılmış ilim ve irfan adamlarıydı.
Kaynak:
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te KONHABER'e abone olun.