Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Necmi Uyanık, Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy'u anlattı.
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Necmi Uyanık, Çanakkale Savaşlarının 100. ve İstiklâl Marşı’nın kabulünün 94. yıl dönümü dolayısıyla bir değerlendirmede bulundu. Uyanık, şunları kaydetti:
"M. Âkif, yaşadığı dönemin ızdırap ve sıkıntılarıyla birlikte, “OLDUĞU GİBİ ADAM, GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ MÜSLÜMAN!” olarak, bir dava insanı olarak Çanakkale Şehitlerine ve İstiklâl Marşı adlı şiirlerini yazmıştır. Şair olarak Türk-İslam tarihi açısından önemli savaşların yaşandığı bir ortamda, bu milletin duygu ve düşüncelerine her harfiyle etki eden bu şiirleri hangi ruhla yazmıştır? Çanakkale ve İstiklal Savaşı’nın ruhunu, özellikle bugün etrafındaki gelişmelerle beraber önü kesilmeye çalışılan Türkiye açısından iyi okumamız, ülkemizin bekası, birlik ve beraberliği açısından iyi anlamamız, idrak etmemiz gerekmektedir.
Deniz ve Kara Muharebelerinden oluşan Çanakkale Savaşları, “Şark Meselesi”ni çözmeye çalışan emperyalist güçlere karşı, Türk-İslam dünyasının Batı’daki son kalesi Osmanlı olarak 1915-16 yıllarında yapılmıştır. Bu savaşta bütün dünya, Seyit Onbaşısı, Yahya Çavuşu ve kınalı kuzularıyla birlikte yokluk içindeki bir milletin nasıl var ya da yok olma mücadelesi verdiğini, ölümün gözüne baka baka nasıl şehadet şerbetini içtiğini görmüştür. Mustafa Kemal’in anlatımıyla, “Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiç birisi kurtulamamacasına hepsi düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kur’anı Kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenlerse Kelime-i Şehâdet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar”. Ve metrekaye 6 bin merminin düştüğü dünyadaki ender savaşlardan birisi Çanakkale.

Londra Savaş Müzesi Çanakkale Bölümünden Bir Kare
Çanakkale Savaşlarından 5-6 yıl sonra yaşanan Türk İstiklâl Harbi’nin zafer anıtı olan İstiklâl Marşımızı okurken de, yine okumanın ötesinde ülkemizin içinde bulunduğu şartlar dikkate alınacak olursa, Mehmet Âkif ve Millî Marşımızı iyi anlamamız, dünün hata ve sevaplarıyla yaşanmışlıklarıyla beraber, bugünün yüreğiyle, şuuruyla tefekkür ederek yarınların Türkiye’sine hayat verme bilincinde olmamız gerekmektedir.
Âkif’i oluşturan ruh, 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmıştır. 1873-1936 yılları arasında yaşamış olan M. Akif, baytarlık mesleği içinde Rumeli, Arnavutluk ve Arabistan’a gitmiş, daha sonra Edip Eşrefle beraber Sırat-i Müstakim ve Sebilürreşad dergilerini çıkarmış, Harbiye Nezaretince Almanya’ya gönderilmiştir. Millî Mücadele’de Anadolu hareketini desteklemiş, Teşkilat-ı Mahsusa tarafından verilen görevleri yerine getirmekle birlikte Sevr Muahedesine yaptığı eleştiri ve dini/sosyal vaazlarıyla Türk İstiklâl Harbi’ne önemli katkılarda bulunmuştur. İstiklâl Marşı hariç, bütün şiirlerini ise Safahat adlı eserinde toplamıştır.
2015’lerin Türkiye’si, değişen dünya şartlarında, tarihin ve bölgesinin verdiği rol gereği stratejik ve jeopolitik açıdan gittikçe önemi artan bir ülkedir. Dünün M. Âkif’ini anlayabilirsek, sanırım bugünün Türkiye’sinin problemlerini yarın adına çözme noktasında büyük bir bilince sahip olmuş olacağız. Kısaca Âkif’in portresine ve çağdaşlaşma anlayışına bakılacak olursa, Onun Türkiye ve İslâm dünyası açısından önemi kavranmış olacaktır.
Edebi bir şekilde ifade etmek gerekirse Mithat Cemal Kuntay’ın söylediği, “Kur’an’lı ev, Pehlivanlı mahalle ve rasathaneli mektep”te karakteri şekillenen; Nurettin Topçu’nun ifadeleriyle, Mimar Sinan gibi, Yunus Emre, Mevlana, Fuzuli gibi sonsuzluğun yolcusu bir sanatkâr, billûr ışıklarla dolu bir dünyada sonsuzluğa yükselen lahuti bir ses, Çıraklık, Kalfalık ve Ustalık dönemlerini yaşamış Kalabalığın içindeki “dosdoğru” yalnız adam, ahlak idealiyle isyanlarında, dini ve millî iradeyi birleştirmiş başka bir “Büyük Adam”, “doğrudan Kur’an’dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” diyerek İslam’ı, asrın idrakine göre anlamaya ve anlatmaya çalışan, ilim, irfan, terbiye, fazilet, marifet ve çalışmanın hamalı, yazdıkları şiirlerinden öte mütevazı hayatı ile şiir olmuş bir Mehmet Akif portresi karşımıza çıkmaktadır.

Oğullarıyla Birlikte M. Âkif Ersoy
Yukarıdaki portre ile beraber Âkif’in zihniyet dünyasına bakıldığı zaman, çağdaşlaşma kavramının içini rahatlıkla dolduran bir mahiyet arz ettiği görülecektir. Siyasi ve sosyal eleştirileriyle birlikte hemen hemen bütün alanlarda kalem oynatmıştır. Her şeyden önce “Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun!” diyerek cehalete karşı duruşunu şu şekilde ifade etmiştir:
“Ya taassup! Ya taassup! O kadar maskaraca
Bir yol almış ki, bakarsın başı misvaklı hoca.
Mütehassısken edepsizliğin eşkâlinde,
En ufak şeyden olur hemen rencide!”
Sanatı halk için istemiş, devletin bağımsızlığını, Leyla’sı olarak gördüğü “İttihad-ı İslam” anlayışı ekseninde belirlemiş, aile ve kadını toplumun önemi açısından merkeze koymuş, zamanına uyamamış medreseleri eleştirerek ilme, irfana, eğitime, “marifet ve fazilet” düsturlarıyla birlikte yol açmış, halkı irşat etmeyen hoca ve aydınlara sorumluluk yüklemiş, köylünün yetiştirilmesi konusuna dikkat çekmiştir. Avrupa’nın meydan okumasına karşı, modernizm içinde İslam’ı anlamlı hâle getirmeye çalışmış, bu bağlamda dini geriliklerin sebebi olarak gören kafaları eleştirmiş ve geriliği, o günün şartlarını anlayamayan Müslümanlarda görmüştür. Çağdaşlaşma modeli olarak ağırlıklı şekilde Japonya ve daha sonra Almanya’yı model almıştır.
“İslâm’ı, evet, tefrikalar kastı kavurdu;
Kardeş, bilerek, bilmeyerek, kardeşi vurdu” diyerek özellikle Batı’nın, Doğu milletlerinin arasına “fitne” sokarak toplumları tefrikaya düşürmesini top ve tanktan daha etkili, yıkıcı bir silah olarak görmüştür. Bu bağlamda, toplumun fırkacı yapılarını eleştirmiş, yaklaşımlarında zamanını anlayamamış cemaat ve tarikatları tenkit etmiş, daha çok siyasete bulaşmış yapıları, Şark’taki manzaraya bakarak 1913’te şu şekilde değerlendirmiştir:
“Tezellüller, tazarrular, esâretler, şenâatler;
Örümcek bağlamış tütmez ocaklar, yanmış ormanlar,
Ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar;
Cemaatsiz imamlar; kirli yüzler, secdesiz başlar,
“Gaza” namıyla dindaş öldüren bîçare dindaşlar,”
Acz ve hurafe içinde kalmış, ümitsizliğe düşmüş topluma karşı o, cesaret ve ümit kaynağı olarak, “Çanakkale Şehitlerine” şiirinde destanlaşmıştır. Baskı ve otoriteye karşı, halkın yanında yer almış, gerek Abdülhamit’i gerek İttihat ve Terakki’yi eleştirmekten geri durmamıştır. Kavmiyetçiliğin, toplumu bölen zararına karşı, “Hani milliyetin İslâm idi. Kavmiyyet ne! Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine. ‘Arnavutluk’ ne demek? Var mı Şeriat’te yeri, Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri! Arab’ın Türk’e, Lâzın Çerkez’e, yâhud Kürd’e” derken, İslam’la taçlandırılmış kültür temelli millî bir duruş sergilemiştir.
Hz. Ömer’in adalet ve hakkını savunurken, Batı’nın sadece teknik boyutunun alınmasını istemiş, ahlaki taraflarının alınmasına karşı çıkmıştır. Muhafazakâr yenilikçi yapısıyla o hep hürriyet âşığı olarak yaşamıştır. Gelenin keyfi için hiçbir zaman geçmişine sövmemiş, gençliği zinde tutmak için güreş, atıcılık, ata binme gibi sporlara büyük önem vermiştir. Kaderci bekle görcü tevekkül anlayışını eleştirmiş, Müslümanları hep çalışmaya davet etmiştir. Yazılarında hiciv sanatını çok iyi kullanmış, çok yüzlü olmadan olduğu gibi kısaca o, Kur’an’ı asrın idrakine söyleterek ülkesine ve milletine hizmet etmiş büyük bir karakter abidesi olmuştur. O, “olduğu gibi adam, göründüğü gibi Müslümandır”.
M. Âkif, tüm bu vasıflarıyla birlikte, milletinin en zor gününde yanında olarak, Çanakkale’den uzakta görevli olduğu El-Muazzam’da Çanakkale Şehitlerine şiirini ve Türk Milleti’nin bu bağımsızlık savaşını, İstiklâl Marşı’nı yazarak ölümsüzleştirmiştir.
Sonuç olarak, dün Çanakkale’yi geçemeyenler, 1919-20’lerde işbirlikçileri sayesinde İstanbul’u ve Anadolu’yu işgal etmeye kalkışmışlardır. Bugün de, dünyanın etkin güçleri, değişen teknolojik şartların silahıyla, içerideki çeşitli uzantılarıyla beraber gelişen büyüyen Türkiye Cumhuriyetinin önünü kesmeye çalışmaktadırlar. Çeşitli entrika ve oyun içinde ülkenin bütünlüğünü, birlik ve beraberliğini bozmaya çalışan şekil değiştirmiş bu işgalci güçlere karşı Türk milleti, dün Çanakkale’de vurduğu tokatı, bu gün de atmasını bilecek, tarihi yeniden yazacaktır!
Şimdiden 18 Mart Şehitler Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 99. anma günü dolayısıyla, tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle anıyor, dünden bugüne ülkesine, dinine ve vatanına hizmet eden ŞEHİT YÜREKLİLERİ SAYGI İLE SELAMLIYORUM!"
.
Kaynak:
Son dakika gelişmelerden anında haberdar olmak için WhatsApp haber kanalımıza katılın.
Gelişmelerden zamanında haberdar olmak istiyor musunuz? Google News’te KONHABER'e abone olun.