İSTANBUL (AA) -EMRE KARACA- İsrail'de son iki yıllık içindeki dördüncü erken seçim 23 Mart Salı günü gerçekleştirildi. Güncel duruma göre, oyların yaklaşık yüzde 90'ının sayıldığı seçimde en merak edilen konu, bu kez herhangi bir bloğun koalisyon kurmaya yetecek çoğunluğa ulaşıp ulaşamadığı oldu. Yaklaşık 6,3 milyon seçmenin oy hakkı bulunan seçime katılım oranının yüzde 67 civarında olduğu ve bunun 2009 seçimlerinden bu yana kaydedilen en düşük katılım oranı olduğu belirtiliyor. İsrail'de her ne kadar oy sayımı henüz tamamlanmasa da genel tablo şekillenmiş görünüyor.
Ülkedeki seçim barajının yüzde 3,25 olması, parlamentoda farklı görüşlerin oldukça geniş bir yelpazede temsil edilmesini mümkün kılıyor. İsrail seçim sistemine göre hükümetin kurabilmesi için, 120 sandalyeli Knesset'te (yasama meclisi) vekillerin yarıdan bir fazlasının (61) bir araya gelmesi gerekiyor. Salt çoğunluğa dayalı bu sistem, tek bir vekilin bile çok değerli olduğu siyasi tablolar ortaya çıkarabiliyor.
İsrail tarihinde tek başına iktidara gelmek matematiksel olarak çok zor ve tarihte henüz bunun bir örneği vuku bulmadı. Seçimlerde birden fazla parti, ortak bir çatı altında ittifak kurarak blok halinde seçimlere katılabiliyor; önceki seçimlerde Mavi-Beyaz İttifakında olduğu gibi. Bu ittifakları oluşturan partilerin menfaatleri ise seçimden seçime değişebiliyor ve dahası partiler içinde bulundukları bloklardan zaman zaman ayrılabiliyorlar.
İttifak ve uzlaşıyı zorunlu kılan bu siyasal sistemde, parlamentoda temsil hakkı yakalayan sürpriz partiler, tüm aritmetik denklemin sil baştan oluşmasına yol açabiliyor. Bir vekilin bile çok önemli bir kazanç olması, marjinal addedilebilecek partilerin de doğal ağırlıklarının ötesinde, karar verici pozisyonda olmalarını sağlıyor. Nitekim son seçim de bu açıdan kendi hikâyesini oluşturdu ve barajı geçen sürpriz partileri de içeren formüllerin masada olmasına sebep oldu.
- Netanyahu'nun salgınla mücadelesi
Öncelikle bir önceki seçimden bu yana İsrail siyasetinde nelerin değiştiğine kısaca değinmek gerekiyor. Son seçim yaklaşık bir yıl önce 2 Mart 2020 tarihinde gerçekleşmişti ve o dönem henüz etkileri bakımından ağır bir bilanço ortaya çıkarmayan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını, o zamandan bu yana dünya çapında önemli değişikliklere ve çok sayıda ölüme neden oldu. Bu salgını İsrail özelinde daha anlamlı kılan başlıca sebep ise İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun salgınla verdiği sınavla bir hikâye yakalamış olması. İsrail tarihinin 15 yılı aşkın süreyle en uzun başbakanlık yapan ismi olarak tarihe geçen Netanyahu, katıldığı her seçimde kullandığı farklı siyasi argümanlarla yıllardır en tepede kalmayı başaran bir siyaset cambazı.
Aslında pandeminin dünya çapında sonuçlarının görülmeye başladığı dönemde İsrail'deki tablo pek iç açıcı değildi. Özellikle salgının etkisinin ilk hissedildiği dönemde, Kovid-19'la mücadele kapsamında İsrail hükümetinin belirlediği kurallara riayet etmeyi reddeden Ultra-Ortodoks Yahudilerin mahallelerinde yoğunlaşan yüksek vaka sayıları, ülkede gündemi epey meşgul etmişti. Hatta İsrail güvenlik güçlerinin alınan önlemleri tatbik etmek için Ultra-Ortodoks mahallelere yaptıkları baskınlar ve karşılaştıkları direnç ortaya çarpıcı görüntüler çıkarmıştı.
Fakat ülkede salgındaki ana tabloyu değiştiren asıl faktör, aşılamada İsrail'in en başarılı ülke olmayı başarması oldu. Mevcut durumda 9 milyon İsrail vatandaşının yarısından fazlasına 2. doz aşının yapılmış olması, ülkeyi aşılama performansı açısından -nüfusunun görece az olmasının da katkısıyla- dünya genelinde en başarılı örnek haline getiriyor. Bu başarılı tablonun reklamını her fırsatta yapan Netanyahu, aşı anlaşmasının gerçekleştirildiği Pfizer firmasının CEO'su Albert Bourla ile var olan kişisel ilişkisinin hızlı aşılanma sürecine olumlu katkısının altını çizmekten geri kalmadı. Mevcut durumda İsrail'de normalleşme takvimi yürürlüğe girmiş durumda ve yasak kapsamındaki son mekanların da (örneğin gece kulüpleri) kısa süre içerisinde açılacağı duyuruldu.
Aslında özellikle seçim öncesinde kristalleşen bir davranış biçimi olarak, Netanyahu kendini partiler üstü bir noktada konumlandırma uğraşında. Özellikle eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde İsrail'in elde ettiği kazanımlar (Arap ülkeleriyle normalleşme, Kudüs'ün başkent ilan edilmesi gibi) ve aşılanma sürecindeki performansını her fırsatta hatırlatan Netanyahu, küresel ölçekte rüştünü ispat etmiş, duayen politikacılar sınıfında görülmek istiyor. Bu tutumun iç politikaya yansıması olarak, bir araya gelmesi mümkün görünmeyen siyasi tarafların da kendi kanatları altında var olabileceğine kamuoyunu (ve tabii ki seçmen kitlesini) ikna etmek istiyor. Fakat Netanyahu'nun aşil topuğu dahil olduğu yargı süreci. Her seçim sonrası koalisyon görüşmeleri esnasında su yüzüne çıkan yolsuzluk suçlamaları, aslında İsrail'deki politik tıkanıklığa da doğrudan etki ediyor. Netanyahu karşıtı blok aklanmayan bir başbakanın liderliğindeki koalisyonun parçası olmak istemiyor.
- Ülkeyi ikiye bölen figür: Netanyahu
Salı günü gerçekleşen seçim bir kez daha ülkedeki kutuplaşmanın boyutlarını gözler önüne serdi. Temelde iki ayrı cephe bulunuyor ve bu cepheleri birbirinden ayıran en temel unsur Binyamin Netanyahu. Koalisyon kurulması için gereken 61 vekile, taraflar mevcut durumda ulaşamıyor. İsrail'de uygulanan seçim sistemi gereği, ülke tek bir bölge olarak kabul ediliyor, vekiller de tüm ülkeyi temsil ediyor. Demokratik seçim sistemine sahip diğer ülkelere nazaran az sayıda vekilin (120) olması göz önüne alındığında, parlamenter sistemdeki ağırlığı açısından bir milletvekilinin en değerli olduğu ülkelerin başında İsrail geliyor.
Bu seçimden önceki son koalisyon hükümeti, kırılgan bir zeminde kurulan ve uzun ömürlü olması zaten beklenmeyen Likud-Mavi-Beyaz İttifakı lokomotifliğindeki bir uzlaşmayla kurulmuştu. Pandeminin getirdiği olağanüstü şartların tarafları zorlamasıyla kurulan bu koalisyon, Aralık ayında bütçe anlaşmazlığı nedeniyle dağılmış ve bir kez daha erken seçim kararı alınmıştı.
Salı günü yapılan seçimin sonucunda, Netanyahu liderliğindeki Likud Partisi 30 vekil çıkararak en çok oyu alan parti olmayı başardı. Burada altı çizilmesi gereken nokta, her ne kadar oy kaybetse ve karşısında güçlü bir muhalif cephe olsa da, ülkenin bir numaralı partisinin halen Netanyahu'nun Likud'u olmasıdır.
Likud'un potansiyel koalisyon ortakları olan Ultra-Ortodoks partiler Şas ve Birleşik Tevrat Partisi'nin çıkardıkları toplam vekil sayısı ise 16. Bu seçimde beklentileri aşan Dinci Siyonist Partisi bloğu da çıkardığı altı vekille seçim gecesinin kazananları arasında yer aldı. Bu blok genel ideolojik çizgisiyse aşırı sağda konumlanıyor ve Filistin karşıtlığıyla bilinen, farklı kutuplarla herhangi bir uzlaşıya mesafeli duran bir siyasi perspektife sahip.
Bu ittifaka eklenmesi beklenebilecek sağ-muhafazakâr blok partilerinden sonuncusu olan Yamina Partisi'nin durumu ise belirsizliğini koruyor. Partinin lideri Naftali Bennett seçim öncesinde Netanyahu ile yapılabilecek bir ittifak için taahhütte bulunmadı. Bennett'in sol blokla işbirliği yapmasının zor olduğu ve nihai amacının Netanyahu'ya karşı pazarlıkta elindeki kozlarını artırmak olduğu yönünde genel bir kanı mevcut. Fakat mevcut kompozisyonda, yeniden Netanyahu ile işbirliği yapma kararını alması bile yeterli sayıya ulaşılmasını sağlamıyor. Tüm bu sağ-muhafazakâr bileşenlerin işbirliği yapması halinde bile erişebildikleri mevcut vekil sayısı 59, yani hükümet kuracak rakama ulaşılamıyor.
Diğer kanatta ise birbirinden farklı siyasi pozisyonları olan partilerin varlığı, olası bir koalisyonun kurulmasını çıkmaza sokuyor. Müşterek yanları Netanyahu karşıtlığı olan partilerin geniş bir siyasi yelpazede konumlanmaları olası ittifakı engelliyor.
Bir önceki seçimde en yüksek ikinci vekil sayısına ulaşan Mavi-Beyaz İttifakı bu seçime parçalanarak girdi. Likud'la yapılan koalisyonun maliyeti Mavi-Beyaz İttifakı lideri Benny Gantz'a yüksek oldu ve ittifak içinde olduğu partiler ayrılma kararı aldı. Bunun sonucunda Mavi-Beyaz İttifakı'nın iki ana bileşeni olan Benny Gantz liderliğindeki Kahol Lavan (Mavi-Beyaz) ve Yair Lapid liderliğindeki Yeş Atid (Gelecek Var) bu seçime ayrı aktörler olarak girdiler ve kazandıkları toplam vekil sayısı, birlikte oldukları son seçime göre 33'ten 25'e düştü.
Netanyahu karşıtı bloğun müzmin temsilcisi seküler-milliyetçi Avigdor Liberman liderliğindeki İsrail Evimiz Partisi'nin yedi olan vekil sayısı değişmedi. Likud'dan ayrılan Gideon Saar'ın kurduğu Yeni Umut Partisi yedi vekile ulaşırken, bu iki partinin Netanyahu'nun yanı sıra herhangi bir Arap partisiyle de aynı resimde gözükme ihtimalinin düşük olması, muhalif kanattaki koalisyon ihtimalini de zayıflatıyor. Sol kanadın köklü mirasçıları İşçi Partisi ve Meretz de toplam 13 vekile ulaştı. Ancak seçimin asıl sürprizi, karşı cephedeki Arap partilerinde yaşanan bölünmenin sandıklara yansıması oldu.
- Yeni “kingmaker” Arap partisi olabilir mi?
İsrail'de politik arenadaki sert kutuplaşmanın aşılamaması, her seçimde iktidarı belirleyebilecek, olası işbirliği kararıyla hükümetin kurulmasını sağlayabilecek “kingmaker” (iktidarı değiştirebilen aktör) adayının ortaya çıkmasına neden oluyor. Daha önceki seçimlerde bu rol Avigdor Liberman'a biçilmişti; fakat kendisinin Ultra-Ortodoksların bazı toplumsal ayrıcalıklarına karşı taviz vermez tutumu ve Netanyahu ile yaşadığı ihtilaflar nedeniyle siyasetteki düğüm çözülememişti. Bu seçimin ardından ise Arap partiler arasında yaşanan bölünme yeni bir “kingmaker”ın belirme ihtimalini ortaya çıkardı.
Eymen Avde liderliğindeki Ortak Arap Listesi Bloku bir önceki seçimde ulaştığı rekor miktardaki 15 vekili altıya düşürerek ciddi kan kaybetti. Bu düşüşteki en önemli faktör, önceki seçimlerde bloğun parçası olan ancak bu seçime tek başına katılan Mansur Abbas liderliğindeki Birleşik Arap Listesi (RAM) oldu. Bu tabloya bakarak Arap partileri arasındaki seçim işbirliğinin bozulmasının Arap seçmen kitlesinin mobilizasyon duygusunu azalttığını ve seçime katılım oranlarını da olumsuz etkilediğini söylemek mümkün. RAM ise genel beklentilerin tersine, seçim barajını aşarak dört vekille meclise girmeye hak kazanmış görünüyor. Bu başarıyı daha önemli kılan şey ise düğümü çözecek parti olma ihtimalinin masada olması.
İsrail'in bu denli ittifaka dayalı ve uzun süreli bir demokratik geçmişe sahip siyasal sisteminde, ülkedeki nüfusun yaklaşık yüzde 20'si Arap olmasına rağmen, bir Arap partinin hiçbir koalisyon hükümetinde yer almaması, ülke siyasetindeki en önemli tabulardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Tüm siyasal farklılıklarına rağmen taraflar, Arap partilerin içinde yer aldıkları bir senaryoya bugüne kadar ikna olmadı. Hatta geçmişte gündeme gelen olası Arap partileriyle ittifak planlarında, birbirlerini “vatan hainliğiyle” suçladılar.
Aslında tarihsel statükonun aksine, Mansur Abbas'ın Netanyahu ile uzlaşma ihtimali bulunuyor. Netanyahu seçim kampanyası sırasında ülkedeki Arap toplulukları ziyaret ederek sıcak resimler vermiş ve önceki yıllarda Filistinlileri hedef alan, hakarete varan beyanatların yanlış anlaşıldığını iddia etmişti. Netanyahu'nun bu konudaki bir başka manevrasıysa 2018'de yasalaşan Yahudi “ulus devlet yasasının” Arap vatandaşları değil, Afrika'dan gelen yasadışı girişleri hedef aldığını söylemek oldu. Tüm bu mesajların altında, elbette Netanyahu'nun yeniden başbakan olmasını sağlayabilecek şartları temin etme arzusu yatıyor.
RAM'ı daha öncesinde parçası oldukları Ortak Arap Listesi'ndeki diğer üç partiden ayıran başlıca özellik olarak, partinin daha İslamî bir çizgiye sahip olması söylenebilir. RAM'ın bloktan ayrılma sebebi, bloktaki diğer partilerin daha sol tandanslı bir çizgiye sahip olması ve bu doğrultudaki bazı uygulamaların (örneğin LGBT bireyler hakkındaki bir yasa tasarısında yaşanan ihtilaf) kendilerine ters gelmesiydi. Nitekim partinin lideri Abbas da diğer Filistinli liderler kadar tanınmış bir siyasi figür değil.
Mansur Abbas'ın muhtemel koalisyona katılma ya da dışarıdan destek verme isteğindeki temel motivasyonun, ülkedeki Arap nüfusun koalisyonların dışında kalarak temel sorunlarına çare bulma olanağından mahrum kalmasına son verme isteği olduğu söylenebilir. Bu eğilimde olanlar, nasıl Ultra-Ortodoks partiler siyasetin merkezinde yer alarak kendi toplumlarının menfaatlerini gözetiyorsa, Arap toplumunun da benzer bir strateji izlemesi gerektiğini savunuyorlar. Pragmatik bir siyasetçi olarak anılan Abbas'ın Netanyahu ile yan yana gelmekten imtina etmeyeceği yorumları yapılıyor. Bu noktada, Arap partilerin kendilerini geleneksel olarak İsrail siyasi düzleminin solunda konumlandırmalarının aksine, sağ kanatla da işbirliği yapılabilmesi yönünde bir eğilim bulunuyor. Fakat bu aşamada, koalisyonun diğer ayaklarında bulunan partilerin de bu formüle ikna olması gerekliliği karşımıza çıkıyor. Bir Arap partisine bağımlı siyasi denklemi, Netanyahu dahil olmak üzere, Naftali Bennett ve diğer koalisyon ortaklarının seçmen kitlelerine anlatabilmeleri, zorluk düzeyi çok yüksek bir sınav olacaktır.
- Yeniden seçim olur mu?
İsrail basınında, Türkçeye “Bugün Aslında Dündü” şeklinde çevrilen (başkarakterin bir döngüye girdiği ve uzun bir süre boyunca aynı güne uyandığı) “Groundhog Day” filmine gönderme yapılarak da tasvir edilen son iki yıldaki seçim maratonunda, korkulan senaryolardan biri de yeni bir seçime ihtiyaç duyulması.
Her ne kadar oyların yüzde 90'ından fazlası sayılsa da, çoğunluğu posta yoluyla atılan oyların sayımının da bitmesi bekleniyor. Henüz sayılmayan oy miktarı başka bir ülkede sonuçlara tesir etmeyecek oranda olsa da, kırılgan İsrail siyasetinde, bir vekilin farklı bir bloğa eklenmesi bile yeni dönemin yol haritasını değiştirebilecek bir gelişmedir.
Tüm oy sayma sürecinin sona ermesinin ardından, Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin koalisyonu kurmaya en yakın gördüğü isme hükümeti kurma yetkisi verecek. Teamül gereği bu isim Netanyahu olacaktır ve 28 gün içinde hükümet kurulmazsa bu yetki başka bir adaya devredilecektir. İsrail siyasetinde yeni bir seçimin ufukta görünmemesi için, güncel statükoyu bozacak bir hamlenin gerçekleşmesi elzem ve bu olasılık vuku bulursa, yeni dönemde de entrikaların eksik olmayacağı bir siyasi atmosfer şimdiden garantilenmiş olacaktır.
Kaynak: