Son Dakika Haberler

Necmi Uyanık

Necmi Uyanık

​BİR MEDENİYET SAVAŞÇISI: ALİYA

27 Monday 2014

Türkiye’nin tarihi yürüyüşünde, 21. yüzyıl mekân, zaman ve insan boyutunda muhakkak bir mücadele asrı olacaktır. İnsanlık, hayallerle gerçekler arasında, değişim ve özgürlük tablosunda ama hızının hesabı zor olan çok farklı görüntülere, çeşitli renklere sahne olacağa benziyor. Yazı serimiz içinde en son, tarihi süreç etkisinde; Türk dünyasının geleceği bağlamında Kazakistan’ın Türkiye açısından önemini anlatmaya çalışarak, bu yazımızda Kazakistan izlenimlerini paylaşacaktım. Ama, yaşadığımız tarih, bugün bize cesur yürek, bağımsızlık ve medeniyet savaşçısı Aliya İzzetbegoviç’i yazma sorumluluğunu verdi. 19 Ekim 2003’de sevdasına, Rabbine kavuşan Kur’an yolunun örnek ayak izlerinden, planlanmış bir yürüyüşün kahramanı  Aliya!… Aslında tarih, duyabilene, yaşarken yazmak ve yazarken yaşamak düsturunu her zaman kulağımıza fısıldamaktadır. Dolayısıyla bugünkü yaşayan bilincimiz, etrafı, değişen şartlar içinde, değişmeyen kültür/medeniyet değerlerini özümseyerek, yeni yaşam alanının dizaynında etkin şekilde rol almalıdır. Ve akademik bir kalem olarak, metodolojik anlamda, epistemolojik sarmalda bilgi kültürlerinin toplum açısından önemini, olgular ve insanlar açısından ön plana çıkarmak sanırım öncelikli görevimiz olmalıdır. Türk dünyasını anlatmaya çalıştığımız yazı serimizde, bir FARKINDALIK oluşturmamız gerekiyor: Aliya İzzetbegoviç

                Türkiye ve tarihimizin, yaşadığımız bu anda, Orta Asya açısından Avrupa, Balkanların; Balkanlar kadar İslam dünyasının yarın için yaşayan bilincini anlamamıza yarayan bazı renklerle örümlenmiş bir görüntüsüdür bu yazı….

 

1925-2003 yılları arasına sığan, İslam dünyası açısından üzerinde çokça durulması gereken, okunması gereken örnek bir şahsiyet Aliya…İkinci Dünya Savaşı yıllarında faşizme, daha sonra komünizme karşı mücadele vermiş, İki yüzlü Avrupa’nın göbeğinde Genç Müslümanlar adlı teşkilat bünyesinde, savaşın yıkıcılığına ve soykırıma karşı mücadele etmiş bir duruşun adı. 1946-49 yılları arasında hapse atılmış, soğuk duvarlar arasında ateşi sönmeyen ülküsüyle, 1970’de İslam Deklarasyonu’nu kaleme alarak, kutsal özgürlük savaşımında öncelikle İslam dünyasının içinde bulunduğu ibretlik tabloyu sorgulayarak BATI VE İSLAM DÜNYASI bağlamında, MEDENİYETİN İNŞASINA giden yolda, âdeta OSMANLI’nın HOŞGÖRÜ mirasında yeni bir saray inşa etme mücadelesi vermiştir. İslam Deklarasyonu nedeniyle, 1983’te, “Bölücülük ve İslam devleti kurma” suçlarından yargılanan Aliya, 12 Bosnalı dava arkadaşıyla birlikte yargılanarak, 14 yıl hapse mahkûm edilmiştir. 1988’de Yugoslavya’nın özel şart ve hukuki düzenlemelerinden dolayı, 5 yıl hapis hayatından kurtularak davasında onurlu bir mücadele şansı elde etmiştir.

27 Mart 1990’da Demokratik Eylem Partisini (SDA) kuran Aliya, Osmanlı yolunda çeşitli etnik unsurlarla, birlikte yaşama sanatı ve aşağılanmaya karşılık, ulusların eşitlik mücadelesiyle siyasi alanda büyük bir savaşa girişmiştir. Eski Yugoslavya’nın altı cumhuriyetinden biri olan Bosna-Hersek, 18 Kasım 1990 tarihinde yapılan çok partili seçimde, Aliya’nın bayraktarlığını yaptığı SDA ile, 240 milletvekilliğinden 86’sını kazanmıştır. Slovenya ve Hırvatistan’ın Yugoslavya’dan ayrılmasıyla Aliya, halkına; Slobodan Miloseviç’in ırkçı yönetimi altında ezilmek mi, yoksa bağımsızlık için savaşmak mı sorusunu sormuş, liderlerine inan Boşnaklar, referandumda (Katılım % 64), % 99,44’le evet oyu kullanarak, tarihe yeni bir not düşmüşlerdir: Bağımsızlık için savaşmak! Bu karardan sonra AB, ABD ve Türkiye (bazı ülkeler de vardır) tarafından 1992’de tanınmıştır.

Bağımsızlık yolunda, 1990’lı yıllarda Avrupa’nın göbeğinde Sırplar tarafından etnik temizliğe tabi tutulan(1995 Srebrenitsa katliamı gibi), kadınları sistematik olarak tecavüze uğrayan, onuru şerefi lekelenmeye çalışılan Bosnalı Müslümanlara, sabırla savaşmayı öğreten bilge komutan Aliya,  1 Kasım 1995 Dayton Antlaşması’yla, -her türlü dayatma ve çifte standartın altında- eski Yugoslavya ordusunu dize getirmeyi başarmıştır.

Bu süreçte Müslümanlar vahşice yakılırken, Radovan Karadziç tarafından biyolojik silahlarla soykırıma tabi tutulurken, Bosnalı Müslümanlar, beklenmedik şekilde Hırvatların Sırplarla işbirliğine tanıklık etmiştir.Hırvatların, Müslümanları arkadan vurmaları, katletme işine girişmeleri, Avrupa’nın vahşetini açık şekilde ortaya koymuştur. Nisan-Mayıs 1992’de Bosna, ısrarla Türkiye’den yardım ve hatta İslam ülkelerinden askeri müdahale istemiştir. Sadece, 11 Mayıs 1992’de İslâm Kalkınma Teşkilatı, Bosna-Hersek Cumhuriyetine karşı, saldırıları gerçekleştiren Sırpları kınamış, dünya kamuoyunu, İslam ülkelerini, Bosna’ya yardıma çağırmıştır. 12 Mayıs 1992’de Grapska’da 100’e yakın Müslüman’ın hunharca yakılmasının ardından, Bosna-Hersek Başbakan yardımcısı Muhammed Çengiç, “Gözümüz Türkiye’de. Kendimizi savunacak imkânımız yok. Türk hükümetini Müslümanları korumaya çağırıyorum. Bu bir VEBAL olacaktır. Sizden teminat almadan ülkeme dönmeye yüzüm yoktur” diyecektir.

Rahmetli Turgut Özal, bu çağrılara karşı, ölümünden yaklaşık bir yıl önce, ekmek kuyruğunda, parkta oynayan çocukları bombayla, makineli tüfeklerle katletmeye devam eden Sırp saldırıları karşısında, Avrupa ve dünyanın, bu vahşete karşı sessiz kalmamasını isteyerek, 29 Mayıs 1992’de BM üyesi ülkelerin devlet başkanlarına seslenecek ve; “utanç verici!....haykırarak sesleniyorum! Kurmak istediğiniz yeni dünya düzeni bu mudur?” sorusunu soracaktır. BM’nin ve Türkiye’nin çabalarına rağmen Güvenlik Konseyi Türkiye’nin barış gücüne asker vermesini ilk anda kabul etmemiştir(1 Temmuz 1992). Sadece 10 Temmuz 1992’deki deniz ablukasında Lütfü Sancar’ın komutasında Türk askerine görev verilmiştir.

            Savaş sürecinde, 1 milyonu aşan çoğu Müslüman insan, mülteci durumuna düşmüştür. Evlerini yurtlarını yakan Sırplar, 100’lerce camiyi ve binlerce Müslümanı katletmiştir. Bosnalı Müslüman kardeşlerimizin durumundan hareketle, bu noktada kaynayan Orta Doğu’da, her türlü sıkıntıya ve probleme rağmen, Türkiye’ye sığınan Suriyeli Müslüman kardeşlerimize, tarihten ders çıkararak vatanlarına dönme süreçlerine kadar sahip çıkmak ve Türk hükümetinin yanında olmak, millet olarak tarihi bir sorumluluktur.

Bugün Aliya İzzetbegoviç’in Bosna-Hersek’i, onurlu şekilde namusuyla kazandığı bağımsızlığını, şerefini yaşıyor. İnsan kasaplarından Miloseviç öldü. R. Karadziç’in Lahey’deki yargılaması devam ediyor(!). Avrupa utancıyla ne zaman yüzleşecek hâlâ bekliyoruz!

İşte, sevgili okuyucularım Mevlana’nın Konya’sı Türkiye’dir. Bir kolumuz Kazakistan’da iken, diğer kolumuz Avrupa’da Balkanlardadır. İslam dünyası açısından, tarihi sorumluluğumuz çok ama çok büyüktür. Yeni dünya düzeninde, İslam dünyası, sömürgeciliğin ellerine teslim edilmemelidir. Bölünmek, mezhepçilik, etnik ayrımcılık bir kenara bırakılmalı, dünyaya barış, adalet ve huzuru getiren bir Peygamberin, bir dinin ümmeti, güçlü olma yolunda FARKINDALIK içinde olmalıdır.

Biraz tarihi süreci anlattığımız bu yazımızdan sonra, Aliya’nın ibret dolu hayatından bazı kareleri ve değerli fikirlerini önümüzdeki yazımızda ele alarak, Kazakistan’da kaldığımız yerden, tarih bilinciyle sosyal hayatı, diğer alanlarla ilişkilendirerek değerlendirmeye devam edeceğiz…Orta Asya kadar Ahmet Yesevi, Yesevi kadar Mevlana, Mevlana kadar Aliya’yız! Ruhu şad olsun!

                                                                            Saygı, sevgi ve muhabbetlerimle!

                                                                                         necmiuyanik@hotmail.com

 

.

Yorumlar

Önemli Not: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir. Yazılan yorumlardan konhaber.com hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
X
Yorum Yazma Sözleşmesi
“Sayfamızın takipçileri suç teşkil edecek, yasal olarak takip gerektirecek,hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, ahlaka aykırı, müstehcen, toplumca genel olarak kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir yorumu bu web sitesinin hiçbir sayfasında paylaşamazlar. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk yorumu gönderen takipçiye aittir. KONHABER yapılan yorumlar arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Konhaber başta yukarıda sayılan hususlar olmaz üzere kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen yorum yapan takipçilerine ait ip bilgilerini ve yapmış olduğu yorumları paylaşabileceğini beyan eder ”
Türkçe العربية English