Son Dakika Haberler

Necmi Uyanık

Necmi Uyanık

​Bir Fikir Savaşçısı: Aliya-2

20 Saturday 2014

İlkokul öğretmeninin ifadesiyle “altın çocuk  Aliya”, altı yaşında Kur’an kursuna gitti, kendi ifadesiyle kişiliğinin oluşumunda ailesinden aldığı özellikle dindar annesinden aldığı terbiye önemliydi. Çocuklarını sabah namazına kaldıran bir aile vardı. Ablası Hayriye Hanım’ım söylediği gibi, mutlaka sabah namazlarına camiye giden küçük Aliya vardı. Sabah namazının ikinci farzında okunan Rahman suresiyle bilinçlenen, büyüyen bir Aliya….Büyüyen Aliya yaşadıklarıyla birlikte fikir ve eylem adamı olarak önümüze gelecekti.

Çağdaş dünya uzun zamandır süregelen ve sonu kestirilemeyen kesif bir ideolojik çatışma içinde bulunmaktadır. Hepimiz aktif veya pasif olarak bu çatışmanın içine itilmiş bulunuyoruz. Bu dev karşılaşmada acaba İslam’ın yeri nerededir? Bugünkü dünyayı şekillendirmede İslâm’ın herhangi bir rolü var mıdır?”.

Aliya İzzetbegoviç, Doğu Batı Arasında İslam adlı eserinde sorduğu bu soruların cevabını arar ve dünya görüşlerini üç kümede toplar: “Dinî (maneviyatçı), materyalist ve İslâmi. Bunlar, şuur, tabiat ve insan olarak adlandırmağa alışmış olduğumuz mahut üç esas mümkünata tekabül ediyor veya bunların projeksiyonlarıdır. En eski zamanlardan bugüne kadar ortaya atılmış, bütün ideoloji, felsefe ve düşünce sistemleri bu üç temel dünya görüşünden birine dayanmaktadır. Bunlardan birincisine göre, yegâne veya esas varlık ruhtur; ikincisine göre ise maddedir. Üçüncüsüne gelince, o ruh ve maddenin bir arada varoluşundan yola çıkmaktadır. Yalnızca madde olsaydı, materyalizm tek tutarlı felsefe; maneviyat ise, tamamen manasız bir tutum olurdu. Diğer yandan eğer ruh varsa, o zaman insan da vardır ve maneviyat ve ahlâk olmadan insan hayatı manasızdır. En yüksek şekli insanda sergileyen ruh-madde birliği prensibinin adı ise, İslâm’dır. İnsani anlayışın gerçekleşiminde varoluşun bütün zoolojik hususiyetlerini teyidi durumunda, insan hayatı insicamlıdır. İnsanın bütün kusurları da esas itibarıyla, ya biyolojik hayatın dince reddedilmesine ya da insanın, materyalist zihniyet tarafından inkâr edilmesine irca olunabilir”.

Yukarıdaki düşünceleriyle birlikte Aliya, bazılarının tabiatı tek hakikat ilan ettikleri yerde, birilerinin de insanı hareket noktası olarak gördüğü konusuna dikkat çeker ve bunların, “yıldızlarla süslü gökleri temaşa ederek insanın ruhunda yaşamaya değer yeni bir mânâ” bulmalarına vurguda bulunur. Kendi durduğu Üçüncü grubun yerini ise Kur’an’ın ruhuyla anlatır: “biz, insanın dünyadaki eşsiz varlığını görüyoruz. Ruh ebedîdir, insan ise, sınırlanmıştır. Ve  bu zaman içinde ihmâl edilemeyecek bir vazifesi vardır. (Kur’an, 28/77)”.

Aliya, felsefe içerikli “ruh ve madde” tartışmalarından öte, kendisine mesele edindiği, “hayat ve İslâm” ilişkisi üzerinde durur. Ona göre İslam’ın en derin manasına işaret ettiği yer ya da problematiği, “isteyerek ve nihaî manayı anlayarak yaşayıp yaşayamayacağımız” dediği, İslâm’a en derin mana verdiği nirengi noktası burasıdır. Ona göre, her hayat ikilidir ve insan için tekli hayat “teknik” açıdan mümkün değildir. İnsan “Kalû belâ”dan, dünya içine ya da sosyal hakikatın içine itildiği andan bu tarafa böyledir. Başkaları için, hakikat için, adalet ve iyilik için yapılan mücadele, her zaman hayatın sınırlı ve nihai olduğunun inkârıdır. Ahlâk prensiplerine riayet ederek hayat, hürriyet ve rahatını feda eden kimselerin feragatı, bu prensipler ne olursa olsun insan hayatının ebediliğini ve onun daha yüksek olan öbür manasını en iyi şekilde açıklar. 

Dünyada karşılıklı şiddetli muhalefet ve redde rağmen Aliya, iki düşünce tarzını, Bacon, Hobbes, Spencer, Marks ve Russel’e, Gazali, Leibniz, Fichte, Hegel, Kant ve Bergson’a kadar götürür. Bu düşünürler üzerinden ilerleme ve hümanizm düşüncesini tartışır. Ona göre “gerçek hayatta ne saf din, ne de saf ilim vardır”. Din ve ilim bir şekilde birbiriyle ilişkilidir. “Tarih kafa ile yürümez” diyen Marks ve “tarihi yapan dâhilerdir” diyen Carlyle örneklerinde görüldüğü üzere, “tarihi materyalizmin karşısında Hristiyan kişilikçiliği nasıl bir zarurî olarak duruyorsa; aynı mantığa göre, tekamülün karşısında yaratıcılık, menfaatin karşısında ideal, monarşinin karşısında hürriyet, toplumun karşısında şahsiyet durmaktadır…Arzuları yok edin diyen din talebinin, durmadan yeni yeni arzuları tahrik edin diyen medeniyet buyruğunda karşılığını bulması kaçınılmazdır”.

Herkesin yaşadığı hayatta kendi felsefesiyle olaylara baktığını ifade eden Aliya, aklı selim veya yenilgilerden ders alınarak da olsa; aile, maddi güvenlik, mutluluğa erme çabası, adalet ve hakikate beslenen sevgi, sağlık, terbiye, çalışma, hürriyet uğruna mücadele, menfaat, kuvvet ve meşguliyet gibi unsurların müşterek veya gruplar içinde belki insicamsız, hetorejen ancak gayet gerçekçi ve İslâm’ın esas umdelerini andıran bir sistem meydana getirdikleri konusunun altını çizer. İnsanlık, yaşadığı çatışma içinde fikirleri-ideolojilerini ortaya koyarken,  bu tarihi süreç ekseninde, İslâm’ın esas özelliğinde, prensip ve ana fikirleriyle bu duallizmi evvela anlamak ve kabul etmek; ondan sonra da onu yenmek yolu olarak görür. Metot ve sentezden hareket eden Aliya, İslâm’ın ana prensibini,  tabiâttaki hayat ve hayat şekillerinin gelişme tarzındaki örneğiyle ilişkilendirir. Buna göre “temizlik ile ibadeti birleştiren, namaz ile insanları birlik hâline sokan faktörün esasında, hayattaki ruh hürriyeti ile tabiatın determinizmini birleştiren” aynı ilham dikkat çeker. Aliya, buradan hareketle, kuvvetli bir seziş kabiliyetiyle, yalnız namaza bakarak bütün İslam’ı, İslâm’dan yola çıkarak da dünyanın umumi düalizminin yeniden kurulabileceği görüşüne inanır.

Avrupa’nın çatışmalar içinde orta yolu bulma kabiliyetini ortaya koyamadığını ifade eden Aliya (burada İngiltere’yi istisna tutar), İslam’ı Avrupa ıstılahatıyla izah etmenin hata olduğu konusuna vurguda bulunur. Buna göre, “Kur’an edebiyat değil hayattır. Ona bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak bakmaya başlanır başlanmaz güçlük ortadan kalkar ve bu yanlış intibalar da değerini kaybeder. Kur’an’ın yegâne hakiki tefsiri hayat olabilir”. İşte Hz. Muhammed’in hayatı tam olarak  budur. Hz. Muhammed’in hayatında, “tam mânâsıyla tabii bir ahenk, sevgi ile kuvvet, ulvî ile tabiî, ilâhi ile insani hususların pek müessir birliği” ortaya çıkmaktadır. Din ile siyasetin bir araya getirdiği bu “patlayıcı karışım, milletin hayatında muazzam bir enerji açığa çıkarmıştır. Bu noktada İslâm’ın formülünün hayatın formülüyle tam mutabakat içinde olduğu bir anda göze çarpar… İslâm ancak tektir. Fakat onun da insan gibi hem ruh hem de bedeni vardır.” İslam, müşahitlerce değişik şekilde algılanmıştır. Materyalistler İslâm’ı her zaman sadece din ve mistik olarak (sağ temayül); Hristiyanlar ise, sosyal ve siyasi bir hareket olarak (sol temayül) görmüşlerdir.

Doğu ile Batı arasında, Batı medeniyetinin göbeğinde Müslüman olarak sıkıntı içinde yaşayan Aliya, bundan sonraki bölümlerde Batı düşüncesinin temellerini aramıştır. Diğer yazımızda değerlendirileceği üzere; tekâmül, yaratma, kültür, uygarlık, sanat, ahlak, dram, ütopya, ideal toplum, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammmed, İslam dışında Üçüncü bir yol üzerinde tartışmalarda bulunur.  Aliya İzzetbegoviç’in hayatı ve fikirleri, konumu itibarıyla neredeyse Bugün Avrupa ile Asya arasındaki Türkiye’nin profilini andırır. Bu nedenle Aliya’nın gerek şahsına ve gerek fikirlerine dikkat etmemiz gerekiyor kanaatindeyim. Makyavelist senaryolar hiçbir zaman bitmeyecektir. Bosna’da “Aliya, Aliya çığlıklarıyla” Aliya’yı bağrına basan halk ya da İslam, sanıyorum aynı çığlığı Türkiye için atacağa benziyor!

Aliya’nın hayat hikâyesiyle birlikte fikirlerini değerlendirmeye devam edeceğiz. Çünkü O ve Bosna-Hersek ateş çemberinin, ihanetlerin, savaşların içinde bağımsız bir ülke yarattı. Ve ateş çemberi içindeki Türkiye, kendini kaybetmiş vahşi medeniyetin içinde bu bayrağı, bu bağımsızlık mücadelesini daha yukarılara taşıyacaktır. Saygı, sevgi ve muhabbetlerimle!

                                                                          necmiuyanik@hotmail.com

.

Yorumlar

Önemli Not: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir. Yazılan yorumlardan konhaber.com hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
X
Yorum Yazma Sözleşmesi
“Sayfamızın takipçileri suç teşkil edecek, yasal olarak takip gerektirecek,hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, ahlaka aykırı, müstehcen, toplumca genel olarak kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir yorumu bu web sitesinin hiçbir sayfasında paylaşamazlar. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk yorumu gönderen takipçiye aittir. KONHABER yapılan yorumlar arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Konhaber başta yukarıda sayılan hususlar olmaz üzere kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen yorum yapan takipçilerine ait ip bilgilerini ve yapmış olduğu yorumları paylaşabileceğini beyan eder ”
Türkçe العربية English